Cilt: 5 - Sayı: 1

ZEITSCHRIFT FÜR DIE WELT DER TÜRKEN

Nisan 2013

Cilt: 5 - Sayı: 1


Sayı Dosyaları:

Makaleler

İslâm öncesi dönemden itibaren Türk devletlerinde, hanedan üyelerinin komşu ülke saraylarına mensup kadınlarla evlilikleri zamanla gelenek hâlini almıştır. Anadolu Selçuklu sultanları da, Büyük Selçuklulardan devraldıkları bu geleneğe uyarak civardaki gerek Müslüman, gerekse Hristiyan ülkelerin saraylarına mensup kadınlarla evlilikler yapmışlardır. Bu araştırmada, sözü edilen sultanların -Müslüman hatunlar dışında- Bizans, Gürcü ve Haçlı prensesleriyle, ayrıca Anadolu'da yaşayan gayrimüslim tebaadan bazı Hristiyan kadınlarla olan evlilikleri üzerinde durulmaktadır. Bir kaçı dışında tamamen siyasî maksatlara bağlı olarak gerçekleşen bu evlilikler, sultanların hem tahta geçmelerinde, hem de Bizans ve Haçlı tehditlerinin yer yer bertaraf edilmesinde önemli avantajlar sağlamıştır. Diğer taraftan evliliklerin, Selçuklu yönetiminin Anadolu'da yaşayan gayrimüslim tebaaya karşı takip ettiği hoşgörü siyasetinin şekillenmesinde de dikkate değer katkıları olmuştur.

In Turkish states, the marriages of the dynastic members with the women from the neighboring courts became a tradition since the pre-Islamic eras. The Anatolian Seljukid sultans, too, followed this tradition that they took from the Great Seljukid and married with the princesses of both Muslim and Christian courts. This research focuses on the marriages of these sultans with the Byzantine, Georgian and Crusader princesses as well as with the Christian women living in Anatolia but exclude their marriages with Muslim women. With few exceptions, all of these marriages were made out of political concerns and contributed to the enthronement of sultans and sometimes to ward off the Byzantine and Crusader threats. On the other hand, these marriages played a significant role in shaping the Seljukid tolerance toward the non-Muslim people living in Anatolia.

Modern insan, yaşamının tamamıyla kontrolünde olması gerektiğine inanır ve kontrol edemediğini de baştan reddetme yoluna gider. Bu özerkliğin yaşamın son dönemini de kapsamasını ister. Tıptaki bilimsel ve teknik gelişmeler, ağır hastaların tedavisinde, hayat kurtarmada ve ömrün uzatılmasında eskiye göre doktorların savunamayacağı, hatta hastaların ve yakınlarının bile arzulamayacağı durumların oluşmasına kimi zaman neden olur. Özellikle iyileşme olanağı olmayan bir hastalıktan dolayı bilinci tamamen kapalı, makinelere bağlı bir şekilde yaşamak zorunda kalındığında yaşamı uzatmanın çekilen acı süresini uzatmadan başka bir anlamı olmaz. Birey, özerkliğini yaşamın son döneminde koruma isteğine bilinci tamamıyla kapalıyken ya da sağlıklı bir şekilde karar veremeyeceği demans, Alzheimer vb. durumlarda da saygı gösterilmesini vasiyetnamelerinde dile getirir. Bu derlemede, Türkçe literatürde oldukça yeni olan hasta vasiyetnamesinin ne olduğu uygulama örnekleriyle tartışılarak kavramın hasta özerkliği, ötenazi ve kendi kaderini belirleme arasındaki konumuna açıklık getirilmeye çalışılmıştır.

Modern man believes that their life should be completely under their control and anything that does not fall in this category is automatically ignored by them. This autonomy should also last until the very end of one's life. Scientific and technological developments in medicine in the treatment of severe patients have made significant advances in the recent years, enabling life prolongation also in the cases when it might be contrary to the patient's and relatives' will and the doctor's opinion. At times when the lives of unconscious incurable patients are sustained and prolonged through complete dependence on machines, the situation is nothing but a meaningless prolongation of agony. When the individual is fully conscious, they make a statement in their last will to respect their autonomy at the end of their lives also in the cases when they are unconscious or are unable to express their wishes rationally, for example when suffering from such conditions as dementia or Alzheimer's disease. This paper aims to address the issue of patient's advance decision, which is a fairly new concept to Turkish medical environment. The discussion of patient autonomy, euthanasia and self-determination is supplemented with examples for additional clarity.

Ebubekir Hâzim Tepeyran, Niğde'nin yetiştirmiş olduğu önemli devlet adamlarından ve edebiyatçılarındandır. 1864'te Niğde'de doğmuş ve 5 Haziran 1947'de İstanbul'da vefat etmiştir. Musul, Bağdat, Ankara, Hicaz, Beyrut ve Hüdavendigar valiliklerinde bulunmuştur. Mart-Temmuz 1909'da İstanbul Belediye Başkanlığı ve 1920 yılında da Dâhiliye Nazırlığı görevinde bulunmuştur.
Çalışmamıza temel olan eser Ebubekir Hâzim Bey'in ilk baskısı 1944'te yapılan "Hatıralar"ında anlattığı çocukluk çağındaki mahalle mektebi ile ilgili olan deneyimleridir. Mahalle mektepleri Osmanlı Devleti'nde kendisinden önceki Selçuklu ve diğer İslam devletlerindeki geleneği takip ederek kurulmuş olan ilköğretim seviyesindeki okullardır. Halk arasında mahalle mektebi ya da sıbyan mektebi denilen bu okullar, vakıflar vasıtasıyla faaliyette bulunurdu. Her mahallede ve köyde bulunurdu. Genellikle camilere bitişik olarak yapılırdı.
Ebubekir Hâzim Bey'in hatıralarında mahalle mektepleri olumsuz tarzda anlatılır. Tanzimat ile başlayan Avrupai eğitim sistemi ile ihmal edilen mahalle/sıbyan mektepleri, XIX. yüzyılın ikinci yarısında artık bir geleneği yaşatma çabasının devamı niteliğindedir. Ömrünü tamamlayan her kurum gibi kendi haline bırakılarak ölümü beklenmektedir. Batılılaşmanın getirdiği bir anlayışla eskiye ait olan her kurum gibi kötülüklerin ve olumsuzlukların sebebi olarak görülen mahalle mektepleri, yeni nesiller için bir kâbus gibidir.
Ebubekir Hâzim Bey'in hatıraları ve diğer hatıralarda falaka ve çağın gerisinde kalmış eğitim anlayışı ile bir tutulan mahalle mektepleri, geleneğin devam ettirilmesinden başka bir işleve sahip görünmemektedir. Makalemizde hem mahalle mekteplerinin tarihi sürecini hem de Batılılaşma ile birlikte modern eğitim kurumları karşısında gerilemesini Ebubekir Hâzim Bey'in hatıralarını temel alarak sunmaya çalışacağız.

Ebubekir Hâzim Tepeyran had educated in Niğde was one of the most important statesman and litterateur. He was born in Niğde and died in 5 June 1947. He was governor of Musul, Bağdat, Hicaz, Beyrut and Hüdavendigar. He was mayor of İstanbul in March-July 1909 and he was also Chamberlain internist in 1920.
Mr. Ebubekir Hâzim's work, in 1944 the first edition of his memories was published that told about the experiences of school in his primary school is based on our study. District schools were primary schools which were established for following Seljuklu and other İslamic states' tradition in Ottoman State. These schools were called mahalle school or sıbyan school by public and they were operated through foundations. They were in every districts and villages. They were generally built next to the mosque.
Local schools were described negatively in Ebubekir Hâzim Bey' memories. They were neglected through Euorapan education system beginning with reform, they were effort to keep alive a tradition at the second half of the XIX. century. Like all institution which completed its task, they waited death by leaving them alone. An understanding of Westernization brought, like all institutions belongs to old times, local schools were seen of evil and negativity as a reason, as a nightmare for the new generations.
In Mr. Ebubekir Hâzim's memories and other people' remembrances of a flogging, and held with the concept of local schools of education is lagging behind the age, seem to have another function in maintaining the tradition. In our report,we will try to present, based on Mr. Ebubekir Hâzim's memories, both local schools' progress and their declines against institutions of modern education along with the westernization process.

It is necessary and inevitable that tourism develops in places where historical and natural beauties exist. However, because it is important to maintain not only the natural landscape but also the vernacular culture while utilizing their benefits, one should adopt a selective and plan-oriented attitude towards tourism. Therefore, expertise is required to design tourism buildings and attractions that are compatible with the natural ecosystem. Ecotourism is a concept describing tourism that is developed on the basis of ecological criteria. In this study, the ecotourism opportunities in the Koprulu Canyon Sanctuary in Antalya were examined. We have defined a proposal based on the existing vernacular architecture.

Kaşgarlı'nın Divanu Lügati't-Türk'ünden sonra ilk karşılaştırmalı sözlük çalışması Radlof'un Opıt Slovarya Tyurkskih Nareçiy (Türk Lehçeleri Sözlüğü Denemesi) adlı çalışmadır. Türkiye'de ilk karşılaştırmalı sözlük çalışmasını Hüseyin Kazım Kadri yapmış, Türk Lügati adlı eserin ilk iki cildi 1927, diğer iki cildi ise 1940'lı yıllarda basılmıştır. Türkiye ve Türk dünyası için çok elzem olmasına rağmen 1991 yılına kadar Türkiye'de karşılaştırmalı bir sözlük çalışması yapılmamıştır.
1991 yılında Sovyetler Birliği'nin dağılması ve yeni Türk Cumhuriyetlerinin kurulmasından sonra Kültür Bakanlığı tarafından alelacele bir Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü hazırlanmıştır. Bu sözlükte, hazırlanış tekniğinden muhtevasına kadar pek çok eksik mevcuttur. Türkiye'de yapılacak bilimsel çalışmalara esas teşkil edecek olan bu sözlüğün yapılacak yeni baskıları ve hazırlanacak yeni bir sözlük için mevcut sözlükteki hataların tespit edilmesi ve dikkate alınması önemlidir.

After the Divanu Lughati't-Türk of Kaşgarlı operation of the first comparative dictionary is studying of Radloff Opıt Slovarya Tyurkskih Nareçiy (Trial of Turkish Dialects Dictionary). The first comparative dictionary work done in Turkey Hüseyin Kazım Kadri, at 1927 the first two volumes of the work of Turk Lugati and in the other two volumes published in the 1940s. Although very essential for Turkey and Turkish world there has not been a comparative dictionary study in Turkey until 1991.
At 1991 the disintegration of the Soviet Union and after the establishment of the new Turkish republics a Comparative Dictionary of Turkish Dialects hastily prepared by the Ministry of Culture. There are lots of missing from preparation technique of this dictionary to content. This glossary is intended to provide a basis for scientific studies made in Turkey with a new dictionary to be prepared for the new pressures and detect any flaws and is important to consider in the dictionary.

İnsanoğlu tabiatla iç içe yaşaması sonucu bitkileri tanıma, kullanma ve adlandırma yoluna gitmiştir. İnsanın kendi cinsinden sonra en yakınındaki canlı olan bitkiler, tarih boyunca farklı şekillerde adlandırılmıştır. Bu adlandırmalar yapılırken başlıca organ adlarından, hayvan adlarından, sayılardan, şahıs adlarından, çeşitli hastalık adlarından yararlanılmıştır. Bitki adlandırmalarında yararlanılan yollardan bir tanesi de bitkinin yetiştiği/geldiği coğrafya veya etnik/dini unsurlardan yararlanmaktır. Bitki terimlerinin ortaya çıkışında izlenen metot; bitkinin yetiştiği/yetiştirildiği yer hakkında bilgi verirken, bölgenin dil yapısı hakkında da birtakım ipuçları vermektedir.
Adlandırmada bitkinin yetiştiği/geldiği coğrafya veya etnik/dini unsurlardan yararlanma; Afrika, Amerika, Asya, Avrupa gibi kıta adlarının; Almanya, Angola, Arabistan, Brezilya, Cezayir, Çin, Hindistan, Hollanda, İspanya, İsveç, Kıbrıs, Mançurya, Meksika, Mısır, Sudan, Suriye, Türkiye, Yemen, Yeni Zelanda gibi ülke adlarının ve Adana, Adıyaman, Amasya, Ankara, Antep, Azak, Bursa, Brüksel, Çanakkale, Diyarbakır, Girit, Halep, Isparta, İstanbul, İzmir, Karaman, Maraş, Medine, Mekke, Trabzon, Van, Yalova gibi şehir adlarının terim oluşumunda kullanılmasını ortaya çıkarmıştır.
Bitki terminolojisindeki kavram karşılıklarının çeşitliliği ilk Türkçe eserlerinden başlayıp, günümüze kadar devam eden bir süreçtir. Bu süreç içerisinde bazı bitkilerin yetiştiği/geldiği coğrafya veya etnik/dini adlandırmayla oluşturulması da dikkat çekmektedir.

Mankind preferred naming, using and defining plants because of living together with nature. Plants which were the closest living creature to the human after their species had been renamed in different ways throughout history. While these namings were being done, names of the organs, animal names, character names, numbers, names of various diseases had been used. Benefiting from plants grown/brought geography or ethnic factors is another useful way in naming of plants. The method being followed about consisting terms of plant give information about the place where the plant was grown in and give some hints about language structure of the region.
Using grown/brought geography of plants or benefiting of ethnic factors in naming discovered the usage in generation of the terms such as continental names Africa, America, Asia, Europe; country names like Germany, Angola, Arabia, Brazil, Algeria, China, India, Netherlands, Spain, Sweden, Cyprus, Manchuria, Mexico, Egypt, Syria, Turkey, Yemen, New Zeland; city names like Adana, Adıyaman, Amasya, Ankara, Antep, Azov, Bursa, Çanakkale, Diyarbakır, Crete, Halep, Isparta, İstanbul, İzmir, Karaman, Maraş, Medine, Mekke, Trabzon, Van, Yalova.
Variety of notion clutter in the plant terminology is a continuous process starting from the first Turkish monuments to present. In this process, some of the plant names created with Grown/Brought Geography or ethnic naming draws attention.

Bu çalışmada, 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren küresel alan yazında bir uygulamalı dilbilim alanı ve nitel bir araştırma yöntemi olarak hızla gelişen söylem çözümlemesi tanıtılıp yöntemin yaygın şekilde kullanılan üç uygulaması açıklanacaktır. Kısaca "bir şeyi söyleme şekli" olan söylemi, içinde üretildiği sosyal ve psikolojik bağlamı ve söylemi etkileyen tüm şartları göz önüne alarak; algılama, yorumlama, değerlendirme ve tekrar üretme süreçleri ile inceleyen söylem çözümlemesi, insan ile ilgili tüm bilimlerde ya kullanılmakta ya da uygulanabilirliği araştırılmaktadır. Türkiye'de bu alanda yapılan çalışmalar -göreceli olarak- sınırlı olmakla birlikte, bu alanda zaman geçtikçe daha fazla bilimsel ürün ortaya konulmaktadır. Söylem çözümlemesi gibi güncel yöntemlerin de bilimsel araştırmalarda kullanılması yöntem çeşitliliğini artıracaktır. Yöntemlerin çeşitliliği ve yeni yöntemlerin kullanılması, araştırmaları daha bütüncül hale getirmesinin yanında; araştırmacılara çoklu bakış açıları, farklı yorumlamalar ve daha fazla yaratıcılık imkânı sunacaktır.

In this study, discourse analysis as an applied linguistics area and a qualitative research method is rapidly evolving area from the second half of the twentieth century in global scientific literature is introduced and commonly used three applications of the method will be described. In this method, discourse which definable as "the way of telling something" is examined in its social and psychological context other properties in the processes of detection, interpretation, evaluation and re-generating. This method is being applied or its usability is under research in all human related sciences.-related sciences. or used or investigated the applicability of . In Turkey studies in this field are relatively limited, but more research done as time progresses. Current or alternative methods, such as discourse analysis will increase the diversity of the scientific methods in the scientific environments. Using a different or new method in research would give researchers opportunities of by making studies more holistic, looking from multi perspective lenses, offering the possibility of different interpretations and more creativity.

Bu makalede II. Mahmut döneminde öncelikle İstanbul'da ardından taşrada kurulmaya başlanan muhtarlık teşkilatının Niğde'deki yapılanması ele alınacaktır. Osmanlı Devleti'nde XVII. yüzyıldan itibaren çeşitli alanlarda yenilikler yapılmaya çalışılmış ise de başarıya ulaşılamamıştır. XVIII. yüzyılda, III. Selim döneminde yapılmaya çalışılan yenilikler daha çok askerî ve mali alanda gerçekleşmiştir. Ancak bu tür düzenlemeler ile sorunun çözülemeyeceği anlaşılmış ve II. Mahmut döneminde idari alanlarda da bazı yenilikler yapılmıştır. Sultan II. Mahmut, 1826'da Yeniçeri Ocağı'nı kaldırdıktan sonra idari alanda yenilikler yapma teşebbüsüne girişmiş ve bu şekilde merkezi otoriteyi güçlendirmeyi hedeflemiştir. II. Mahmut'un merkezi otoriteyi güçlenmek için yaptığı girişimlerden birisi de muhtarlık teşkilatının kurulması çalışmalarıdır.
Muhtarlık teşkilatı Tanzimat'ın ilanı ile birlikte yaygınlaşmıştır. Çalışmamızda Osmanlı Devleti'nde mahallenin yapısı ve işlevinin yanında muhtarlık teşkilatının kurulmasına kısaca değinildikten sonra Niğde ve Bor'da muhtarlık teşkilatının kurulması ve buraya atanan muhtarlar Osmanlı arşiv belgelerine dayanarak anlatılacaktır.

In this article, the structuring of mukhtarship organization in Niğde, which began to be established during the period of Mahmud II, first in Istanbul and then in downstate, will be discussed. Although innovations in various fields had been attempted in the Ottoman Empire as from the XVIIth century, they were not successful. In the XVIIIth century, the innovations attempted during the period of Selim III were mainly in military and financial fields. However, it was soon recognised that the problems would not be solved with such regularizations and further innovations were made in the field of administration. Sultan Mahmud II attempted to make administrative innovations after he removed the Guild of Janissaries in 1826, and in this way he aimed to reinforce the central authority. One of the attempts made by Mahmud II in order to reinforce the central authority was to establish the mukhtarship organization.
The mukhtarship organization became widespread with declaration of the Reforms. In our study, after the establishment of the mukhtarship organization is touched on briefly, as well the structure and function of neighborhood in the Ottoman Empire, the establishment of the mukhtarship organization in Niğde and Bor and the mukhtars assigned there will be mentioned, based upon documents.

Bu çalışmada, Niğde ili örneğinde kadına yönelik şiddetin, adına kısaca toplumsal cinsiyet diyebileceğimiz, kadın ve erkek arasındaki cinsiyet ayrımcılığına dayalı düşünce ve uygulamaların kadınlar açısından ne türden olumsuzluklara ve engellenmelere yol açtığının belirlenmesi amaçlanmıştır. Bu çerçevede öncelikle çatışmacı, fonksiyonalist ve feminist kuramların konuya yaklaşım tarzları ortaya konmuştur. Bu kuramsal bilgi üzerinden, 10-25 Mart 2012 tarihleri arasındaki iki haftalık süre zarfında Niğde il merkezindeki yirmi üç mahallede 248 kişiye anket uygulanmış ve görüşme yapılmıştır. Elde edilen nicel ve nitel verilerin kuramsal bilgiler ışığında değerlendirmesi yapılmıştır. Bu değerlendirme sonucunda, ataerkil toplumsal cinsiyetçi anlayışın bireyler arasında hala etkinliğini devam ettirdiği ve cinsiyet ayrımcı uygulamalara meşruiyet zemini hazırladığı sonucuna ulaşılmıştır.

In this study, it is aimed to determine the impact of violence against women and of thoughts and practices based on the gendered and sexual discrimination on negativeness and inhibition for women. In this regard, the manner in which conflict, functionalist and feminist theories handle the issue has been put forward. Based on the theoretical framework, 248 questionnaires and interviews in 23 districts of Niğde city center were conducted between 10th and 25th of March 2012. Then after, the evaluation in light of the collected qualitative and quantitative data has been undertaken. In accordance to this evaluation, it has been concluded that there has been still patriarchal and thus gendered influence among the individuals and in turn this influence has likely create the space for further legitimization of sexual and gendered discrimination within the society.

Yarım yüzyılı bulan Türkiye'den yurtdışına göçler, önemli değişiklikler geçirerek günümüzde de devam etmektedir. Bununla birlikte 1980 sonrasında başlayan 2000'lerde belirginleşen, çeşitli tip ve şekillerde yurtdışından Türkiye'ye yabancı göçü gözlenmektedir. Bu çalışma, 2000 Genel Nüfus Sayımı'na göre yurtdışından Türkiye'ye kimlerin, nerelere göç ettiği üzerine odaklanmayı amaçlamıştır.
İç göçlerde olduğu gibi yurtdışından gelen göçler de metropoller başta olmak üzere ülkenin batısına özellikle de deniz kıyısındaki turizm merkezlerine yönelik olmuştur. Nitekim gelen göçlerin % 44.1'i büyükşehirlere, % 33.4'ü il ve ilçe merkezlerine ve geriye kalan % 22.5'i kırsala doğru gerçekleşmiştir. Göçmenlerin % 51.9'unun Türkiye doğumlu olması yurtdışından gelen göçlerin "geriye dönüş" göçü olduğunu düşündürmektedir. Hatta göç edenlerin % 77.7'sinin Türk uyruklu olması bu düşünceyi desteklemektedir. Bununla birlikte yabancı uyruklu göçmenlerin ise 50.251'e (% 21.5) ulaşan miktarı göz ardı edilemeyecek boyutlardadır. Yabancı nüfusunun kümelendiği Türkiye'nin metropolleri ile Ege ve Akdeniz'in kıyısında turizm merkezleri aynı zamanda yabancı uyruklu göçmenlerin de yerleştiği alanlardır.

Migrations from Turkey to abroad for half a century have proceeded in the recent times by undergoing important changes. Moreover, it has been observed that there exist various types and ways of foreigner migration from abroad to Turkey which began from 1980 onwards and became clarified in the 2000s. This study is aimed to focus on who migrated from abroad to Turkey and where they migrated later on the basis of the 2000 General Census.
As in the internal migration, the external migration tends towards the western part of the country, particularly big cities. Thusly, % 44 of the migration occurred in big cities; % 33.4 in the centre of towns and provinces; the rest % 22.5 in the countryside. The fact that % 51.9 of immigrants were born in Turkey gives rise to "comeback migration" thought with regard to the external migration. Moreover, that % 77.7 of them are Turkish nationals supports this judgment. On the other hand, the foreign nationals whose number has reached to 50.251 (% 21.5) are non-negligible. The big cities where the external nationals are grouped and the touristic centers on the Aegean and Mediterranean coasts are also the areas immigrants of foreign origin have settled down.

Başlangıcından günümüze kadar, dinî-ahlaki yönden "ideal insan"ı oluşturmak için Tasavvufi Türk Edebiyatı'nda nasihate büyük önem verilmiştir. Pîr Sultân, XVI. yüzyılda yaşamış ünlü bir mutasavvıf şairdir. Yaşayışı ve düşünceleriyle çevresindeki insanlara örnek olan bir kişidir. Şiirlerinde insanları iyiye, doğruya, güzele yönlendirici öğütlerde bulunmuştur.
Bu çalışmada, şiirlerinden hareketle Pîr Sultân'ın ideal insanı inşa etme yönündeki inanç ve değerleri üzerinde durulacaktır.

In Turkish Sufi Literature, preach is given importance in terms of religious and ethical to build ideal person from the past to the present. Pir Sultan, who had lived in XVIth century, is a celebrated sufi poet. With his way of living and thoughts, he is a model to humanity. He has advised on honesty and justice in his poetry.
In this study, we are going to emphasize that beliefs and values which is defined by Pir Sultan to build the ideal person by means of his poetry.

Bu çalışmada, coğrafya öğretiminde fotoğrafın, bir öğretim tekniği olarak kullanımı amaçlanmıştır. Çalışmanın konusunu, 11.sınıf coğrafya dersinde "Beşeri Sistemler" öğrenme alanında yer alan, tarihsel süreç içerisinde şehirlerin nüfus ve fonksiyonel özelliklerinin değişimlerini kavrayabilmesine yönelik kazanım oluşturmaktadır. Çalışma 2012-2013 güz döneminde Ankara iline bağlı Yenimahalle ilçesinde bir lisede 32 öğrenci ile gerçekleştirilmiştir. Çalışmada yöntem olarak karşılaştırılmalı doküman analizi ve gezi-gözlem metodu kullanılmıştır. Verilerin çözümlenmesinde nitel veri analizi kullanılmıştır. Fotoğrafın öğretim tekniği olarak kullanıldığı bu çalışma sonucunda; öğrencilerin şehir yerleşmelerine ilişkin planlama, çarpık kentleşme, ulaşım ve mekân-yerleşme etkileşimi gibi konuları örneklendirebildikleri görülmüştür. Çalışma sonucunda bazı öğrenciler neden sonuç ilişkisi kurarak yaşadıkları mekânın sorunları ve çözümlerine yönelik ilginç tespitlerde bulunmuşlardır.

This study aims at the use of photography as a teaching technique in geography education. The subject of the study was the demographical and functional changes of the cities taught in the human systems unit of the 11th year geography course. The study was carried out on 32 students studying in the high school located in Yenimahalle town of Ankara province in the fall term of 2012-2013 academic year. The research technique employed was the comparative document analysis and excursion and observation method .The data was evaluated by the use of quantitative data analysis. It was observed that the students were able to photograph the distorted urbanization, city planning, and transportation and settlement problems by the use of photography. It was observed that some of the students were able to make interesting conclusion for the problems of the city they live based upon cause and result analysis.

Bu araştırma, ortaöğretim 9. sınıf öğrencilerinin "deprem" kavramına ilişkin sahip oldukları metaforları belirlemek amacıyla yapılmıştır. Araştırmaya 2012-2013 eğitim-öğretim yılında, Van ili Erciş ilçesinde 9. sınıfta öğrenim gören 194 öğrenci katılmıştır. Araştırmanın verileri, öğrencilerin "deprem… gibidir; çünkü…" cümlesini tamamlamasıyla ve deprem kavramına ait öğrencilerin çizdikleri resim/karikatürler yoluyla elde edilmiştir. Araştırmanın verileri içerik analiz tekniğiyle çözümlenmiştir. Araştırmadan elde edilen bulgulara göre; ortaöğretim 9. sınıf öğrencileri "deprem" kavramına ilişkin toplam 72 adet geçerli metafor meydana getirmiştir. Bu metaforlar ortak özelliklerine göre 6 farklı kavramsal kategoriye ayrılmıştır. Araştırmanın sonucunda, "deprem" kavramını 9. sınıf öğrencilerinin %5.04'ü kıyamet günü, %4.32'si korku, %3.60'ı canavar ve beşik, %2.88'i ölüm ve felaket olarak algıladıkları ortaya çıkmıştır.

This study is carried out to determine the metaphors of 9th graders they have towards the concept "earthquake". 194 9th graders in Erciş, Van took part in the study in the academic year of 2012-2013. The data of the study is collected by students' completing the sentence "earthquake is like …, because …." and from the pictures and caricatures drawn by the students about their metaphors for the concept earthquake. The data is analyzed with content analysis method. According to the results of the study, the students produced 72 metaphors about the concept of "earthquake". These metaphors were categorized into 6 different conceptual groups according to their common features. As a result of the study, it was revealed that 5.04% of the students perceive the concept of "earthquake" as doomsday, 4.32% as fear, 3.60% as monster and cradle and 2.88% as death and disaster.

Geleneksel halılarımız ihtiyaçlarımız doğrultusunda üretilmiş olup, dokuma tekniği, desenleri ve kullanılan tekstil maddeleriyle formlarını oluşturarak, kültürel dokumuza paralel olarak şekillenmiştir. İlk örneklerden günümüze kadar yapılan incelemelerde; Türk toplumun zaman içerisindeki sosyolojik, psikolojik, ekonomik, coğrafik, kültürel değişim ve gelişimlerinin, yansımalarını halılarda gözlemleyebiliriz. Bu nedenledir ki; geleneksel el halılarımız birer arşiv vesikası kadar önemlidir. Bu arşiv vesikalarının örneklerinin yozlaşması, kültürel mirasın gelecek kuşaklara hatalı ulaşmasına neden olacaktır. Bu amaçlar doğrultusunda, yapılan çalışmayla yozlaşma sebepleri belirlenerek, tedbir önerileri geliştirilmeye çalışılmıştır.

Our traditional carpets are produced according to our needs. Their weaving technique, patterns and textile materials are shaped in parallel with our cultural structure. From past to the present, through the studies on the first examples of the carpets, we can observe the reflection of Turkish society's sociological, psychological, economic, geographic and cultural change and development. That is why the traditional hand rugs are as important as an archive document. The corruption of the examples of this archive will cause the incorrect cultural heritage to reach the next generations. For these purposes, in this study the proposed measures are tried to develop through the identification of the corruption causes.

1906 yılında İran'da başlayan Meşrutiyet hareketi yakın dönem İran tarihinin en önemli olaylarından birisi olarak kabul edilmektedir. Muzaffereddin Şah'ın (1896-1907) 31 Aralık 1906 yılında imzalayarak yürürlüğe koyduğu I. Meşrutiyet ve Kanun-i Esasi, oğlu Muhammed Ali Şah (1907-1909) tarafından 23 Haziran 1908'de Meclis-i Milli'nin bombalatılması üzerine rafa kaldırılmıştır. Bunun üzerine I. Meşrutiyetin ilan edilmesinde büyük rolü olan Azeri Türkleri çoğunlukta oldukları Azerbaycan bölgesinde Muhammed Ali Şah'a karşı bir mücadele başlatmışlardır. 25 Temmuz 1908'de başlayan Tebrizli Mücahidler ile Muhammed Ali Şah'a bağlı ordular arasındaki mücadele 11ay sürmüştür. Bu süre içinde Rusların da desteğiyle Tebriz'i kuşatan Muhammed Ali Şah'ın bütün uğraşlarına rağmen Settar Han ve Bâger Han liderliğindeki Mücahidler geri adım atmamışlardır. Şah'a bağlı birlikler arasında baş gösteren anlaşmazlıklar ve bazı komutanların Mücahidlerin tarafına geçmesi üzerine Muhammed Ali Şah 8 Mayıs 1909'da seçimlerin yapılıp Meclis'in tekrar açılacağını tüm ülkeye bildirdikten sonra13 Mayıs 1909'da birliklerini geri çekmek zorunda kalmıştır.
Bu çalışmada II. Meşrutiyet Hareketi'nin en önemli simalarından ve Azerbaycan Türklerinden Settar Han ve Bâger Han'ın hayatları ve meşrutiyet hareketinde oynadıkları roller, İngiliz Arşiv Belgeleri ile Farsça ve Türkçe kaynaklar ışığında ortaya konulmuştur.

The Iranian Constitutional movement, started in 1906 is considered to be one of the most important events in the recent history of Iran. The First Constitution, signed and put into force on December 31st 1906 by Mozaffar Al Din Shah (1896-1907) was abolished due to the bombing of the Majlis e Melli (National Assembly) on June 23rd 1908 by his son Mohammad Ali Shah (1907-1908). Thereupon, Azeri Turks who had a major role in the proclamation of the First Constitution started a struggle against Mohammed Ali Shah in Azerbaijan where they are in majority. The struggle started on July 25th 1908 between the Mujahideen of Tabriz and the armies of Muhammed Ali Shah and lasted 11 months. During this time, despite all the efforts of Mohammed Ali Shah Tabriz was besieged with the support of the Russians and mujahideens led by Sattar and Bagher Khans withdrew. Because of the disputes that had arisen among the troops of Shah some commanders went on the side of the Mujahideen and Mohammed Ali Shah was forced to withdraw his troops after declaring elections to be held on May 8th 1909 and announced the re-opening of the Majlis e Melli throughout the country.
In this study, life of Azerbaijani Turks Settar and Bagher Khans who are the most important figures in the Second Constitutional Movement and their roles in the constitutional movement are discussed in detail in the light of the British archival documents and Persian and Turkish sources.

Makalemiz, Lübnan sınırları içerisindeki saha çalışmamızın, Türkçenin konuşulma alanlarına ilişkin genel bilgi aktarımını amaçlamaktadır. Günümüzde, Lübnan'da yaklaşık 12000'i kayıtlı olmak üzere 30000 kadar vatandaşımız yaşamaktadır. Bunların önemli bir kısmı 1940 sonrasında çalışma amacıyla gelip ülkeye yerleşmiş olan Türklerdir. Ancak 1940 sonrası Lübnan'a yerleşen Türkler, yaşadıkları büyük şehirlerde hâkim dil konumda olan Arapçadan etkilenmelerinin yanı sıra daha çok ayrıldıkları coğrafyanın dil özelliklerini yansıtmaları nedeniyle bu çalışmaya konu edilmemiştir. Çalışmamızda, sayıları 13200'ü bulan ve 13. yüzyıldan itibaren bu bölgede yaşayan Türkmenler ile yaklaşık sayıları 9000'i bulan, 19. yüzyılın sonlarından itibaren Lübnan sınırları içerisinde yaşayan Girit Muhaciri Türkler ve onların dilleri üzerine odaklanılmıştır. Türkçe olmaları ve Arapçadan etkilenmeleri gibi ortak özelliklere sahip olmalarının yanında pek az ortak noktası bulunan iki Türk grubu ve dilleri, makale içerisinde ayrı başlıklar altında değerlendirilmiştir. 2013 yılı içerisinde gerçekleştirilen saha çalışmalarımızın ilkinden elde edilen veriler doğrultusunda ağız özelliklerine girmeden Lübnan'da Türkçenin konuşulduğu yerler ve kullanılan dilin genel özellikleri makalemizde kültürel bağlamda sunulmaya çalışılmıştır. Böylelikle Türk Dili Haritası'na yönelik olarak, Lübnan'daki saha çalışmamıza dayalı katkı sağlanabilmesi ve varlığı tehlikede olan Lübnan'daki Türkmen Ağzı ile Lübnan'daki Girit Muhaciri Türk Ağzı'na dikkat çekilmesi amaçlanmıştır. Zira Lübnan sınırları içerisinde konuşulan Türkçenin, UNESCO'nun somut olmayan kültürel miras içerisinde tehlikedeki diller programı ölçütlerine göre değerlendirildiğinde, "kritik tehlike altında" olduğunu belirtmek zorundayız.

Article, field study within the borders of Lebanon, aims to share general information on issues to be spoken Turkish. Today, as much as 30000 citizens living in Lebanon for nearly 12000 to be registered. Most of these countries are settled in 1940 after the Turks to come to work. However, the Turks settled in Lebanon after 1940, as well as the more they leave any kind of Arabic language features that reflect the geography of this work is not subject to due. In this study, the number 13200 Turkmen living in this region in the 13th century, which approximate number 9000, 19th living within the borders of Lebanon since the end of the century the Turks and their language is focused on the muhajir of Crete. Turkish Arabic code to be very little in common other than being lived copying the two ethnic groups and languages, should be evaluated in this study suggest that under separate headings. The field of our work in the year 2013 in accordance with the data obtained from the first one into the dialect characteristics of Turkish spoken in Lebanon, and the general features of the language used in the submitted article. Thus, in order to map received Turkish Language in Lebanon, based on the contribution to the field study aimed to achieve. Because the Turkish language is spoken within the borders of Lebanon, UNESCO's intangible cultural heritage are evaluated according to the criteria in the endangered languages program, "critically endangered" we have to mention that.

Kanuni Sultan Süleyman'ın saltanat yıllarında Habsburg İmparatorluğu'nun elçisi olarak gelen Bubsbecq'in mektupları ile Arifi tarafından yazılmış Süleymanname el yazmasının resimleri karşılaştırmalı olarak incelenecektir. Busbecq mektupları 1555-1562 arası Kanuni saltanatını anlatmaktadır. Süleymanname ise 1520-1555 arası olayları konu edinmektedir. Bubsbecq anlatılarından seçilen bölümler Süleymanname'den seçilen resimler eşliğinde kültür ve sanat tarihi açısından değerlendirilmiştir.

Letters of Busbecq who served as ambassador of Habsburg Empire during reign of Suleyman the Magnificent and pictures of Süleymanname manuscript written by Arifi will be analyzed comparatively. Busbecq letters report the reign of Kanuni during 1555-1562. Süleymanname narrates event during 1520-1555. Sections chosen from Busbecq narratives were analyzed in the sense of culture and art history together with depictions from Süleymanname.

Mitler, geçmişten günümüze kadar sanatın her alanında kendinden söz ettirmeye devam etmektedir. Sümer mitolojisinde Adem'in ilk eşi olarak kendinden söz edilen Lilith, ataerkil yapıya başkaldırmış, bu başkaldırının sonucu sonraki kuşaklara çocuk katili olarak aktarılmış ve böylece ataerkil kültür tarafından cezalandırılmıştır. Yazınsal yapıtlarda oldukça fazla söz konusu edilen Lilith, feministler tarafından kadın-erkek savaşını başlatan ilk kadın olarak kabul görmüştür. Lilith ile birlikte aynı kaderi yaşayan Lamia ve Medea adlı bu iki mitolojik figür de, ataerkil yapıya başkaldırmalarının karşılığı olarak kültür tarafından çocuk katili olarak suçlanmış, toplumun erkek egemen ortak bilinci tarafından bu şekilde cezalandırılmıştır.
Çalışmada, ataerkil yapının kadınlara dayattığı normların ve bu normlara karşı gelenlerin kültür tarafından nasıl şekillendirildiği ve söylencelere nasıl aktarıldığı ele alınmıştır. Kadın ile erkek arasındaki cinsiyet çatışmasını başlattığı kabul edilen Lilith'i söz konusu eden söylencede, bu başkaldırının izleri ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Ayrıca Yunan söylencelerindeki Lamia ile Medea figürleri de söylencelerde yer aldığı biçimiyle ele alınmış ve gerçeklikleriyle karşılaştırılmıştır. İncelediğimiz söylencelerden yola çıkarak kadınların konumunun yaşamın her alanında olduğu gibi mitlerde de fazla farklılık göstermediği tespit edilmiştir.

Myths have remained popular in every field of art since ancient times till today. Lilith, who is mentioned as the first wife of Adam in Sumerian mythology, revolts against patriarchal structure, but is labelled as child killer in following generations and thus punished by patriarchal culture. Frequently encountered in literary works, Lilith is regarded as the first woman who started the war between woman and men by the feminists. Lamia and Medea, the two mythological figures who share the some destiny with Lilith have also been accused of child killing and punished by the patriarchal society because of their revolt against patriarchal structure.
It is examined in this study how the norms as imposed to women by the patriarchal structure and those who challenge these norms are shaped and how these are reflected onto myths. The traces of the revolt by Lilith, who is considered to be first women to start the gender conflict between men and women, are followed in the study of this myth. In addition, the figures of Lamia and Medea in Greek myths are mentioned as they are found in the myths and their truthfulness is explored. It is detected in the study that the position of women has not changed in much myths as in real life.

Türkçe, ünlü varlığı bakımından zengin bir dildir. Genel Türkçede nitelikleri bakımından, damaklılık (palatalité), açıklık (aperture) ve dudaklılık (labialité) ilişkileriyle oluşmuş sekiz ünlü vardır. Bunlar /a/, /e/, /ı/, /i/, /o, /ö/, /u/ ve /ü/'dür. /a/, /i/ ve /u/ genel olarak Türkçenin temel ünlüleri olarak kabul edilir. Bu görüşe göre, Türkçenin yazı ile takip edilemeyen dönemlerinde Türkçe /a/, /i/ ve /u/'nun oluşturduğu üçlü bir ünlü sistemine sahiptir. /e/, /ı/, /o, /ö/ ve /ü/ ünlüleri de üç temel ünlüden gelişmiştir. Çalışma bu noktadan hareketle a/, /i/ ve /u/ ünlüleri ile sınırlandırılmıştır. Çalışmanın dönemsel sınırı ise Tarihî Türk lehçeleridir. (Köktürk Türkçesi, Uygur Türkçesi, Karahanlı Türkçesi, Harezm Türkçesi, Kıpçak Türkçesi, Çağatay Türkçesi ve Eski Oğuz Türkçesi)
Bu çalışma ile;
1. Tarihî Türk lehçelerinde /a/, /i/ ve /u/ ünlülerinin kaynakları,
2. /a/, /i/ ve /u/ ünlülerinin tarihî dönemlerde ilk hecedeki ve ilk hece dışındaki varlığı,
3. /a/, /i/ ve /u/ ünlülerinde meydana gelen ses olayları ve bunların sebepleri,
4. /a/, /i/ ve /u/ ünlülerinin birbirleriyle ve ünsüzlerle ilişkileri,
5. /a/, /i/ ve /u/ ünlülerinin ve bu ünlülerde meydana gelen ses olaylarının herhangi bir tarihî lehçe için belirleyici olup olmadığı,
tespit edilmeye çalışılacaktır.

Turkish is a rich language in terms of presence of vowels. There are eight vowels that originated from the relationship between palatalité, aperture and labialité in terms of their characteristics in general Turkish. These are /a/, /e/, /ı/, /i/, /o, /ö/, /u/ and /ü/. In general, /a/, /i/ and /u/ are considered as cardinal vowels in Turkish. According to this viewpoint, Turkish has a triple vowel system consisting of /a/, /i/ and /u/ in the periods when Turkish could not be pursued in writing. /e/, /ı/, /o, /ö/ and /ü/ vowels have also originated from these three cardinal vowels. Thus, our study is limited to a/, /i/ and /u/ vowels. Periodical restriction of the study is Historical Turkish Dialects Köktürk, Uighur, Karakhanid, Khorezmian, Kipchak, Chagatai and Old Oghuz Turkic languages)
In this study we are aiming to determine the following;
1. Sources of /a/, /i/ and /u/ vowels in the historical Turkish dialects,
2. Presence of /a/, /i/ and /u/ vowels in the first syllables and other than first syllables,
3. Sound events taking place in the /a/, /i/ and /u/ vowels and their reasons,
4. relations of /a/, /i/ and /u/ vowels among themselves and with the consonants,
5. whether or not /a/, /i/ and /u/ vowels and sound events taking place in these vowels are determinative within a historical dialect.

Sunuş

Yayın İlkeleri

Cover and Table of Contents